Müslümanın birinci özelliği, yüreğinde beyaz bir kıyamet beneği taşımaksa, ikinci işareti, yüzünden ve dudaklarından başlayarak duruş ve davranışlarına kadar bir sabır atmosferini varlığına sindirmiş olmasıdır.
Neden biz müslümanların başarıları bu çağda hep kesik kesiktir? Bir yatır sabrına her birimiz, tek tek ulaşamadık da ondan. Çünkü sabır, başarının tohumudur. Eseri verimlendiren, yeşerten, sağ ve diri tutan odur. Bir iş bir dakika önce olmaz, bir dakika sonraya da kalmaz. İşte sabır, bu kader sırrına ermektir. Yani işi bir dakika öncesine alma aceleciliğinden ve bir dakika sonraya bırakma tembelliğinden kaçınma ve korunma iradesi demektir sabır. Kader, eşyanın tabiatına yaratıcının kattığı bir sabırdır adeta. İşte bundandır: sabır şuuruna varmıştır. Adeta, sabır, müslümanın içinde, bir kader bilgisi gibi çalışır. Öbür dünyada amel defterinin sağdan verilmesi için bu dünyada adeta her zaman sağ elimizde bir sabır kitabı bulunmalıdır. Sabır, müslümanın yüreğinde öyle bir ışık yakacaktır ki, o nereye dönse onu çevreleyen ve saran bu ışık halesi de o yana dönecek ve önünü aydınlatacaktır. Böylece, müslüman, önünde yürüyen kader çizgisinin gerisini ve ilerisini bu ışıkla görecektir.
Kimi insanda sabır arı durudur, kimi insanda da bozbulanık. Nasıl zekât malın bozbulanıklığını gideriyorsa sabırlarımızın bozbulanıklığını da arıtan, yine sabır cinsinden bir zekât vardır. Yalnız malın ve mülkün değil, her işin ve oluşun bir zekâtı vardır. Nasıl ki alacakaranlık, gecenin, fecir, gündüzün zekâtı gibidir. Nasıl ki, gülümseme yüzün zekâtıdır. Onu arıtır, ışıtır çünkü. Nasıl ki, borçlunun gölge serinliğinden faydalanmaktan çekinme de, bir nevi zekâtın zekâtıdır. Evet, zekâtın bile zekâtı vardır. Nasıl ki, takva da bir nevi, ibadetin zekâtıdır. Bunun gibi sabrın da bir zekâtı vardır.
Sabrın zekâtı cihaddır. Cihad, sabrın dinamiğidir. Müslümanın sabrı, pasif sabırlardan, müslümanın tevekkülü ölü tevekküllerden değildir. Müslümanın sabrı, bir doğum sancısı gibi, yeni bir dünyaya gebedir. Onun sabrı, geçmişin yükü altında ezilmiş ve kıvrılmış olma suskunluğu değil, geleceğe hamile olan bir güven direnişidir. Cihad sabrı, ahlâkın bir bölümü olan sabrın içinde onu arıtan bir nevi aksiyon özüdür. Bir nevi içtimaî sabırdır. Kur’anın imandan ayırmıyarak öğütlediği sabırdır bu.
Biz ki, sabırlıların mirasçısıyız. Biz ki, sabrın mucizesi Kur’an’la öğünenleriz. Peygambere bile önce sabırla dinlemesini, verdiği şifayla ölüyü dirilten vahyin insanlara ulaştırılmasında bile aceleye yer olmadığını öğütleyen Kur’ân’ın usanmaz öğrencileriyiz. Şit, Nuh, Yunus, İbrahim, Eyyub peygamberlerden, sahabeler ve velilere kadar uzayan sonsuz bir sabır örnekleri zincirinin son halkaları olmak gibi bir yüce sorumluluğu yüklenmişiz. Dağın çekemediği ulu bir sabrın sorumluluğunu yüklenmişiz. Mekke’de, Taif’de ve Uhut’ta, sabrın destan kahramanı son Peygamber’in sabır dersinden bir ders almış mıyız?
Akşamlar çökerken, Yakup Peygamber, koyun postunun üstünde Yusuf’tan sabırla bir haber beklerdi. Tarlalarda, dağlarda, ovalarda, yusufçuklar «Yusuf, Yusuf» diye sabırla öterdi. Yusufsa, bir kuyudan, köle kervanından, zindanlardan geçerek Saray’a doğru sabırla yol alıyordu. İlkin, kuyunun taşları düşüyordu. Sonra ışık beliriyordu. Sonra da güneş!
Hazreti Musa’ya, Hızır peygamber görünmez dünyada, Şuayb peygamber de görünür dünyada sabır öğretmenliği yapmıştı. İşte o sabır bilgisiyle Kızıldeniz’i yarmıştı Musa peygamber.
Kıyamet Aşısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder