Birçok
araştırmacı, toplum ve uygarlıkların daha iyi anlaşılmalarını sağlayan ve bu
anlamda hiç kimsenin itiraz edemeyeceği doğal farklılıkların ortaya konulması
yerine, vardığı noktanın Asya’nın giderek daha aşağı görülmesi olan Avrupa ve
Asya arasındaki karşıtlığa dayalı düşüncenin kökenlerini, Avrupa tarihinin
erken dönemlerine kadar götürürler. Jack Goody, Asyalıların barbarca bir
ihtişam ve despotik bir otorite ile birlikte anılmalarının nedenini
Yunanlılarla Persler arasındaki mücadeleye bağlar.
Aristoteles Politika adlı eserinde, Doğuluları köleliğe
daha uygun insanlar olarak tasvir etmiştir. Ona göre “bütün barbarlar”,
Asyalılar da dâhil olmak üzere, Yunanlılardan, ya da Avrupalılardan daha
aşağılıktır. Ortaçağ Hıristiyan ve Avrupa kimliği tarafından güçlenen bu
düşünceler giderek daha da pekiştirilmiş, Aristoteles’in izinde giden
Montesquieu (1689–1755) de bunu –sözünü ettiğimiz karşıtlık içerisinde-
Avrupa’nın “özgürlük için olağanüstü yeteneği” ile Asya’nın “köleliğe yatkın
ruhu”nu karşılaştırmaya kadar götürmüştür[1].
Hippokrates’in,
iklimin insanların kişilikleri üzerine etkilerini incelediği Havalar,
Sular ve Yerleradlı eserinden yararlanan Aristoteles, Politika’da
önce çeşitli krallıkları incelediği bir bölümde, Yunanlı olmayan krallıklarda
görülen egemenlik türünden söz ederken, bunların eski tiranlarla aynı ve
onlardan eksiksiz bir güce sahip olan monarşilerini ele alır. “Barbarlar, doğal
kişilikleri gereği, Yunanlılardan (ve Asyalılar, Avrupalılardan) daha köle ruhlu
oldukları için, bu despotça yönetime gık demeden boyun eğerler”[2] der. Daha
sonra da, bütün dünyanın ırksal bölünmelerine göz attığı bir bölümde şunları
dile getirir: “Soğuk bölgelerde yaşayan ırklar ve Avrupa’dakiler cesaret ve
tutkuyla doludurlar, fakat beceri ve beyin güçleri biraz kıttır; bundan ötürü,
genellikle bağımsız kalabilmelerine karşın, siyasal birlikleri ve başkalarına
egemen olma yetenekleri yoktur. Öte yandan, Asyalı ırkların hem beyinleri hem
de becerileri vardır, ama cesaret ve iradeleri eksiktir; bu nedenle, hep
köleleştirilir ve uyruk olarak kalırlar. Coğrafyaca orta bir durumda bulunan
Helen ırkı ise her ikisinden de bir ölçüde pay almıştır. Dolayısıyle, en iyi
siyasal kurumlara sahip olmak özgürlüğünü sürdürüyor ve tek bir anayasa altında
birleşse, bütün öteki ülkelere egemen olabilecek yetenekte”[3].
Görüldüğü
gibi Aristoteles, Helen dünyasını merkeze yerleştirerek onun doğusunu ve
batısını neredeyse eşit derecede birtakım yeteneklerden yoksun gösteriyor.
Avrupalılar beceri ve beyin gücünden, Asyalılarsa cesaret ve iradeden
yoksundurlar. İkisinin ortasında yer alan Helen ırkı, bunların olumlu
özelliklerini (ama nedense olumsuzlarını değil) almıştır. Montesquieu de aynı
şekilde iklimin insan kişiliği üzerindeki etkisini öne çıkarır. Ancak o, bu kez
üçlü bir karşılaştırma yerine, Avrupa’yı merkeze alarak ikili bir
karşılaştırmaya gider ve Aristoteles’in düşüncelerini, içinde Avrupalılar
konusunda da olumsuz yargılar barındıran görüşlerden temizleyerek, katıksız bir
Doğu-Batı karşıtlığı düzeyinde ve elbette üstünlüğü Avrupalılara vererek
savunur.
Doğu
hakkında edinilen bilgideki artışın Asya ve Avrupa arasındaki farka ilişkin bu
yaygın önyargılı kanıyı değiştirmesi beklenirken, tam aksi gerçekleşti ve
“İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin yaşanmasıyla birlikte bu siyasal karşıtlık,
klasik iktisatçıların ellerinde ekonomik bir karşıtlığa dönüştü. Bu
iktisatçıların görüşleri, Adam Smith’in, kitlelerin yoksulluğunu ekonominin
artan nüfusa ayak uyduramamasına bağlayan Ulusların Zenginliği adlı kitabına kadar dayanır. Bu konu
daha önce, aşırı nüfus artışını sıcak iklimlere dayandıran Montes-quieu’yü de
meşgul etmiştir; Çin, doğal özgürlüğü ihmal edip bunun yerine ticareti
denetleyen yapay düzenlemeleri yeğleyen durağan bir rejime sahipti”[4]. Goody,
Karl Marx’ın da klasik iktisatçılardan etkilenerek, “sulamaya dayalı tarımla
uğraşan itaatkâr köylü halkın despotça yönetildiği, ‘durağan Asyalı devlet’
kurgusunu benimseyen kimi yazarları ve rağbet gören kimi yaklaşımları” takip
ettiğini söylüyor. Bu Asya tipi yaşam tarzına göre “Asyalı devletler birtakım
derin nedenlerden dolayı ilkel toplumlardan feodalizme, daha sonra kapitalizme
ve en sonunda sosyalizme varan gelişim sırasını izleyememişlerdi. Marx’ın
gelişime dayalı aşamalar üzerine kurduğu bu tasarısı, Avrupa deneyimine dayanan
yaygın bazı öngörülerin somutlaştırılmasıydı. Bu somutlaştırma durgun ‘Doğulu’
(stagnant ‘oriental’) toplum biçimlerine sahip Asya’yı
şemanın dışında bıraktı; yani ‘Asya’yı istisnalaştırma’ yoluna başvurdu”[5].
Görüldüğü
gibi bu karşıtlık hemen her alanda karşımıza çıkıyor. Bu belirgin tavır
dolayısıyla Hentsch de Doğu’nun, bir kavram olarak “Batı’nın tam karşıtı”
olarak kurulduğunu ve sınırlarının belirsizliğini vurgular: “… dünyanın geri
kalan her yerini, yani Batı’nın kendisi ya da kendisinin doğrudan uzantısı
saymadığı her şeyi içine alabilir. Ama, eğer Doğu bizim için ötekiliğin en
mükemmel ifadesi haline gelmişse, bu ötekilik (vahşi yaşam kavramı dışında)
hemen her zaman Asya’ya ve büyük Asya uygarlıklarına mal edildiği içindir…
Orada pek çok Doğu vardır ve her birinin Avrupa için taşıdığı önem farklı
farklı olmuştur”[6].
Avrupa’nın
ekonomik ve politik çıkarlarına göre adlandırdığı kendi dışındaki dünyanın
ortak adı olan Doğu, böylece kendi içinde daha da inceltilerek önem
derecelerine göre “yakın”, “orta” ve “uzak” gibi farklı parçalara ayrılır:
1492’de
Christopher Colombus Amerika’ya (Batı’ya) yolculuğa çıktığında, amacı
Hindistan’a (Doğu’ya) varmaktı. Bugün ise, Hindistan veya Çin coğrafî olarak
A.B.D.’nin Batısında yeralmalarına rağmen, dünyanın Doğusunda kabul
ediliyorlar. Bu ülkelerin böyle konumlanışı bize “dünyanın” neresi olduğunu sordurtuyor.
Bir başka örnek olarak, günlük dile, temel bilimsel disiplinlere ve medyaya
yerleşmiş, doğal kabul ederek hiç sorgulamadığımız, ama gerçekte oldukça garip
“coğrafi” bölge adları gösterilebilir: “Orta” Doğu, “uzak” Doğu... Bir an
soluk alıp, “neye göre orta?” “neredenuzak?” gibi soruları sorduğumuzda
bu kategorilerin bir yeri merkez aldıklarınıhissedebiliyoruz.
Bu
oldukça garip bölümlemeler ve mesafelendirmeler Doğu’yu basitçe başka bir yer
ya da kültür değil, Batı’dan radikal olarak farklı, hem daha az uygar hem de
gizemli, egzotik ve fantastik bir mekân olarak kurmaktadır[7].
Hentsch,
Batı’nın bu etnikmerkezci kategorileştirmesine karşı çıktığı ve bu adlandırmayı
kasıtlı ve yanlış bulduğu için, Hayali Doğu adlı kitabının konusu olan Yakın ve
Orta Doğu’yu belirtmek üzere “Akdenizli Doğu” deyimini kullanmayı tercih
ediyor. Franco Cardini, tarih alanındaki “Doğu” kavramının coğrafyadaki
eşanlamlısı olan “Asya” kelimesinin de aynı Avrupamerkezciliğin bir ürünü
olduğunun altını çiziyor: “(...) aslında ‘Batı Asya’, ‘Orta Asya’ ve ‘Doğu
Asya’ terimleri aynı derecede Avrupa merkezlidir; zira kıta kavramı Batı’nın
kültürel geleneklerinin bir ürünüdür”[8].
Böylece
açıkça görüldüğü üzere “Batı, Doğu ya da başka mekânların hiçbiri basitçe reel
coğrafî mekânlar değil, tarihsel ve söylemsel kurgulardır. Elbette bunlar,
gerçekliğin ayrılmaz bir parçası olan, ve basitçe rasyonalist bir bilince
varma yoluyla yıkılamayacak, kurumsallaşmış, maddileşmiş kurgulardır.
Batı’yı merkezleyen bu “dünya” kurgusunun buluşumu, elbette Batı ile dünyanın
gerisi arasındaki ekonomik ve siyasal güç ilişkilerine bağlıdır. Yalnız burada
modern kapitalist Batı uygarlığının özgül bir özelliğine dikkat etmek gerekir.
Batı’nın öteki toplumlar hakkında ürettiği bilgiler, belli bir iktidar veya
güç (ekonomik, siyasal) olmaksızın gerçekleştirile-mezse, ve önemli bir ölçüde
bu güç ilişkilerini ifade ediyorlarsa, aynı zamanda, Batı’nın sahip olduğu bu
güç de bilgi üretiminden ayırtedilemez. İşte Batı denilen
kültürel/ekono-mik/siyasal oluşumu “modern” kılan özelliğin bu bilgi-güç
ilişkisine dayanan bir yönetme mantığı olduğunu söyleyebiliriz. Hem akademik
hem de günlük dilde ürettiğimiz Batılı ve Doğulu nosyonları işte böyle bir
gücün, yani basitçe hakim olmakla kalmayıp “otorite” kuran, toplumsal bir gücün
işleyişinin sonuçlarıdır”[9].
(Y.
Kanar, Batı’nın Doğu’su, s. 158–162)
[1] Bkz. Jack Goody, Batıdaki Doğu, s. 13 (Dost Kit. 2002)
[2] Aristoteles, Politika, Kitap III, Bölüm 14
[3] Age., Kitap VII, Bölüm 7
[4] Jack Goody, age., s. 14
[5] Age., s. 14
[6] Thierry Hentsch, Hayalî Doğu, s. 9 (Metis, 1996)
[7] Keyman-Mutman-Yeğenoğlu, Oryantalizm,
Hegemonya ve Kültürel Fark, s.
7–8 (İletişim, 1999)
[8] Franco Cardini, Avrupa ve İslam, s. 2 (Literatür, 2002)
[9] Keyman-Mutman-Yeğenoğlu, age., s. 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder