Diriliş, Diriliş Partisi’nden öncedir. Diriliş
Partisi henüz kurulup politika sahnesine çıkmadan önce, Diriliş yolunun
yolcuları Sezai Karakoç’un yönetiminde, önce Diriliş Dergisini çıkarmış, Diriliş
görüşünün düşünce edebiyat ve siyaset anlayışı bu derginin sayfalarından toplum
karşısına çıkmıştır. Diriliş, yayın hayatına atıldığı ilk sayılarından
itibaren, hemen her sayısında, Diriliş logosunun altında kendisinin bir düşünce
edebiyat ve siyaset dergisi olduğunu vurgulayagelmiştir. Gerçekten de Diriliş
Dergisi her şeyden önce bir düşünce dergisi olarak çıkar karşımıza. Ancak “Teorik
düşünce ne kadar sağlam görünürse görünsün, realitenin sert ve çapraşık
şartlarında doğrulamasını denemeye cesaret etmedikçe, inandırıcı ve yararlı
olamaz. Pratik, teoriğin mihenk taşıdır.’’ Yüce Diriliş Partisinin programının
ilk sayfalarında yer alan bu cümleler, Diriliş’in toplum yönetimine ilişkin
düşüncelerinin hiçbir zaman teorik bir çerçevede kalamayacağını, pratikte ve siyasî
yelpazede yerini alarak, ülkemizin, özgürlük, barış, esenlik ve güvenlik içinde
ilerlemesine katkıda bulunmak amacıyla siyasal örgütlenmeye geçilmek
zorunluluğunu vurgulamaktadır.
Diriliş Dergisi temel dayanaklarını ve ilkelerini
her ne kadar İslâm’dan alsa da, İslâm Dünyasının dışında kalan dünyayı da kendi
gücü ve imkânları ölçüsünde izlemiş, bakışlarını dış dünyaya çevirmeyi de ihmal
etmemiş, örneğin batı düşüncesini yansıtan düşünce edebiyat ve siyasete ilişkin
yazılara ve araştırmalara da oldukça geniş yer ayırmış bir dergidir. İşte
Diriliş’in bir edebiyat dergisi olduğu kadar, onun bir düşünce ve siyaset
dergisi olduğu gerçeği asla gözden ırak tutulmamalıdır. Bazılarının Türkiye’deki
Diriliş hareketini veya akımını, siyasetin dışında, sadece bir edebî akım gibi
görmeye kalkışması, hatta sürekli böyle kalmasını istemesi, onların Diriliş
akımını hiç de anlamadıklarını gösterir.
Düşünceyle eylemin birbirinden tamamen
kopamayacağını, bu ikisinin birbirinin içinde yer aldığını, düşüne düşüne
ilerlemenin ancak sağlam bir eylemi doğurabileceğini unutmamamız gerekir. Elbette
düşünceyi, düşünce faaliyetinin yüzyıllara uzanan derin etkisini hiçbir zaman
gözden ırak tutamayız. Fakat pratikten yoksun, gerçekleşme ihtimalinin çok
uzağında kalmış, sadece fikrî tatmin düzeyinde kalarak çevresine bir eylem ve
inanç kıvılcımı saçamayan bir düşüncenin de ne kadar doğru, sağlam ve yararlı
olduğu her zaman tartışmaya açıktır.
Sağlam
bir düşünce ve inanç temeline dayanmayan, sadece günübirlik çıkar hesaplarıyla
yol almakta olan, sürekli aktüalitenin gelgitlerinden, yalancı ve sahte
rüzgârların esintilerinden yeni sosyal güç ve imkânlara kavuşacağını sanan siyasal
hareket ve çıkışlar, uzun ömürlü olamayacağı gibi, kutlu ülkemizin bugününü ve yarınını
güvence altına alması da mümkün gözükmemektedir. Ülkemiz adeta dünyanın
merkezinde, kıtaların, medeniyetlerin, ülkelerin ve bunları birbirine bağlayan
yolların geçiş ve buluşma noktasında yer aldığı, su, petrol, doğal gaz, verimli
topraklar ve güneş gibi doğal ekonomik kaynaklar yönünden çok zengin olduğu için,
bütün küresel güçlerin iştahını kabartmakta, sadece kuvveti hak bilen, insanı
insanın, bir toplumu başka bir toplumun kurdu olarak gören bir anlayışın
mensubu oldukları için, asla meşruluk, hak ve adalet duygusu ve endişesi
taşımadıkları için, saldırı, işgal ve yok etme planlarının belki yüzlerce defa
yapıldığı, dünyanın en değerli topraklarından oluşan bir coğrafyadır. Bizim,
böylesine değerli bir coğrafyayı ve bu coğrafyada yaşayan, bugün artık yüz
milyona dayanan nüfusumuzu ve bunların çevresindeki halkları olağan ve gelişigüzel
tedbir ve politikalarla koruyamayacağımızı artık çok geç de olsa anlamamız ve bu
konuda milletimizin güç ve imkânlarının, ülkenin doğal ve tarihî hazinelerinin
yeniden keşfedilmesi, envanterlendirilmesi, değerlendirilmesi, yönlendirilmesi
ve verimlendirilmesi, medeniyetçe yeni ve parlak bir döneme girme heyecan ve
atılımımızın gerçekleştirilmesi gerekir. (Yüce Diriliş Partisi Programı,
Gerekçe, s.4)
Politika, bize göre bir anlamda, ülkemizin veya yüce
milletimizin, doğal, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel tüm maddî ve manevî
varlığını seferber edip, bütünleştirip, yönlendirip, onun bugününü ve yarınını
esenlik ve güvenlik şemsiyesi altına alma çabalarının bütünüdür ve kısaca
toplumu temel insanî değerler ki bunlar aynı zaman da İslâmî değerlerdir,
(hakikat, iyilik, güzellik, hak ve adalet) doğrultusunda yönetme sanatıdır
diyebiliriz. Böyle bir politikayı amaç edinmiş topluma bizim felsefe
tarihimizde ERDEMLİ TOPLUM denilmiştir. Erdemli toplum, materyalist ve maddeci
bir toplum değildir. Bir ayağı bu dünyada, diğer ayağı öte dünyaya, metafizik
dünyaya uzanan bir toplumdur. O, iki dünyalı bir toplumdur. Ekimi bu dünyada,
hazırlığı, azığı bu dünyada iken yapılan, biçilmesi devşirilmesi öte dünyaya
sarkan, bir yanıyla sonsuzluğa uzanan bir toplumdur. Her davranışının hesabını vermekle
yükümlü tutulan, bu dünyada zerre miktar iyilik veya kötülük adına ne işlemişse
hepsinden bir bir sorumlu tutulan insanlardan oluşan bir toplumdur. Onun
içindir ki onun içinde işgal, yağmalama, savaşa katılmayanları, çocuk, kadın ve
yaşlıları öldürme kasdı yoktur. Dağlara, taşlara, kuşlara…kısaca tabiata zarar verme,
çevreyi yakıp yıkma yasaklanmıştır.
Erdemli toplum, alan değil veren, yiyen değil
yediren, giyen değil giydiren, yağmalayan değil, yardıma koşan, kurtarmaya koşan
toplumdur. Erdemli toplum yeryüzünün şefkat anasıdır ki başkalarına duyduğu
şefkat duygusu, sadaka taşlarının taşlarına kadar işlemiş ve oradan iyilik ve
şefkat eli insanın kalbine kadar uzanmış olan toplumdur. Erdemli toplum,
Diriliş’in, insanî değerlerin ışığında siyasal görüşünü ilmek ilmek işlemiş
toplumdur.
Diriliş Işığı, Mayıs 2015, Sayı:1, s.2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder