27 Mayıs 1960 askeri darbesine kadar Türkiye’de
aydınlar iki kutup arasında ayrışmıştı.. Kemalist aydınlar, birinci, en büyük
grubu oluşturuyordu; Batıcıydılar, iktidarı ve sistemi destekliyorlardı,
dolayısıyla modernleşmenin öncülüğünü yapıyorlardı. Yerli duyarlığa sahip
aydınlar da muhalif grubu oluşturuyordu; henüz İslamcı, milliyetçi ve liberal
diye ayrışmamışlardı.
Zaten görünürlüğü yasak
olan İslam’ı savunmak, Müslüman kimlikle kültür sanat ortamında arz-ı endam
etmek, basında çıkmak, İslamcı bir kimlikle siyaset yapmak, fikir
tartışmalarına girmek çok can yakıyordu. Mehmet Akif Ersoy maruz kaldığı
baskıdan Mısır’a hicret etmiş, hasta olarak dönünce de ancak ömrünün son birkaç
ayını İstanbul’da geçirmesine müsaade edilmişti. CHP diktasında susmaktan iyice
bunalan Yahya Kemal, 27 Mayıs darbesinin yaklaştığını fark edince de 1958’de
yurt dışına çıkmaya hazırlanırken vefat etmişti.
Ayrıca Necip Fazıl
Kısakürek Büyük Doğu dergisini çıkarmaya başladığı 1943’ten itibaren bu kıyımı
yaşayarak Batıdan ithal sisteme ve Batıcı iktidara muhalefet ediyordu ve
çevresindekiler de onun mücadelesinden ders çıkarıyorlardı. Her şeye rağmen
Sezai Karakoç yanında dimdik durdu; mücadelesine omuz verdi ve varis oldu.
Nüfus patlaması, göçler, büyük şehirlerde oluşan varoşlar, Anadolu esnafının
cesaretlenmesi, insanımızın ceketini satıp çocuklarını okutma seferberliği
sonunda üniversitelerde oluşan İslamcı gençlik Büyük Doğu cephesini
güçlendirdi; ülkedeki İslam’la temellendirilmiş muhalefet 1945’ten itibaren
Ankara’yı zorluyordu..
27 Mayıs darbesi
sonrasında sol hareket siyasi arenaya alındı, ana akım muhalefeti
etkisizleştirsin diye. sistem, solu dengelemek için 1970 sonrasında Necip
Fazıl’ın çevresinde toplanarak mücadele eden Müslüman aydınların, siyasi
hareketi başlatmalarına izin verdi. Böylece milliyetçiler solla sokakta silahlı
çatışmaya girerek, İslamcılar da üniversite kantinlerinde ve
koridorlarında fikir tartışmaları yürüterek mücadele ederken, milletin
evlatları teoride, söylemde ve pratikte farklılaştılar, iki uzlaşmaz akıma
dönüştüler..
12 Eylül 1980 darbesine
giden süreçte Müslüman aydınlar, üstad Necip Fazıl ile üstad Sezai Karakoç
çizgisinden koparak kendi içlerinde de farklılaşmaya gitti. Milli Nizam
Partisi’yle yola çıkan İslami hareket, MSP yapılanmasıyla Büyük Doğu, Diriliş
çizgisinden Edebiyat ve Mavera kırılmalarıyla 70’lerin ortasında farklılaşmaya
başlamıştı.. ANAP’tan AK Parti’ye varan süreçte, Refah Partisi, 12 Eylül’de
kurulan ve 28 Şubat’ta yıkılan muvakkat bir köprü oldu.
AK Parti iktidarı dönemi,
tam bir gaflet ve rehavet getirdi. Düşünce ve kültürde iktidar olunamadığı gibi
iktidarın olanaklarından yararlanma adına ideallerinden, ilkelerinden ve
ruhlarından da uzaklaştılar.Bugünden bakınca batıcı sistem, 50 yıllık bir
planlamayla İslamla temellendirilmiş muhalefeti aşama aşama yıktı..
Günümüzde çok az sayıda
Müslüman aydın Diriliş düşünce çizgisini sürdürüyor. Sadece Diriliş
hareketi başlangıçtaki safiyetini koruyor.
İlginç olan Sezai Karakoç hayatta ve bir siyasi partisi var ama bazı aydınlar ve yayın organları, onun onayını almadan ve mücadelesine destek vermeden, hatta hareketinin dışına düştükleri halde Büyük Doğu ve Diriliş çizgisinin devamı olduklarını söylüyor..
İslami hareketin 1970 sonrasındaki yarım asırlık süreçte geçirdiği dönüşüm masaya yatırılmak zorunda., Milli Görüş partileri, Edebiyat ve Mavera kırılmaları, DP, ANAP ve AK Parti çizgisi, İslamcıların nasıl liberalleştirildikleri anlaşılmadan, geçmişle hesaplaşmadan geleceği konuşmamız ve doğru planlamamız mümkün değil..
Gelecek ancak Diriliş
Hareketi üzerine kurulabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder