6 Mart 2015 Cuma

MÂVERÂ İDDİACISI MÂSİVÂ GİRİFTARLARI Yüksel Kanar








Yukardaki başlık bana değil, üstad Necip Fazıl Kısakürek’e ait bir söz. Bugün yaşları genç olanlarla, üstadı sevdiklerini iddia ettikleri halde ona yapılanları bilmezlikten gelen veya yazdıklarını da okumayanlar hatırlamazlar ne zaman, niçin ve kimler için yazıldığını.

İslam hakkında ortalama bir gayret besleyen gençler, şimdilerde “Yedi Güzel Adam” şeklinde jelatinli kağıt içinde sunulan eski Mavera dergisi etrafında kümelenmiş kişiler için Necip Fazıl’ın büyük üstad olduğunu sanırlar. Fakat onlardan hiçbiri, üstadın 1978 yılından itibaren onlarla ilişkisini kestiğini bilmezler. Onun, bu kişileri tanımlamak için söylediği cümle işte budur: MÂVERÂ İDDİACISI MÂSİVÂ GİRİFTARLARI. Üstadın bu kanaatini bu adamlar hiçbir zaman hatırlamak ve hatırlatmak istemezler. Olayın ne olduğunu da bilmedikleri için, bu adamları “güzel” olarak nitelemekten de tuhaf bir zevk alırlar.  

Evet, Üstad Necip Fazıl, bu adamlarla 1978’den sonra bir daha görüşmemiştir. Çünkü üstadın aşağıda vereceğimiz yazısında da belirttiği gibi, yeni yetişen ve gelecek için bazı umutlar vadeden bu gençler, ne yazık ki birazcık bitleri kanlanmaya başlayınca, kendilerini üstadı suçlayacak bir mevkide sayma vehmiyle ona bir mektup yazarak, büyük bir hayal kırıklığı yaşatmışlardır.

Bu, öyle basit bir ayrılık mektubu değildir. Gerçekten de “tam âyar Büyük Doğucu bildiği” ve kadrosunda gösterdiği bu adamlar, korkunç bir kaçaklık örneği göstermişler ve üstadı, biricik gıdasını teşkil eden inkisar ve ıstırapların en zalimine uğratmışlardır. Üstad da bu mektuba gerekli cevabı vermiş, ama nihai noktayı iki yıl sonra, yazdığı EVLATLIKTAN RET başlıklı yazısıyla koymuştur. Aşağıda onların üstada gönderdikleri mektupla birlikte üstadın yazdıklarını okuyunca konuyu daha iyi anlayacağınız için şimdilik yorumu daha sonraya bırakarak önce bu mektupla, üstadın yazısına bir bakalım:

Mektup kısa, ama zehirli. Büyük bir davaya ve o davanın çilekeşi olan büyük bir adama ihanetin kara bir belgesi:
Malumunuz olan siyasi kanaatimizin değişmediğini ve değişmeyeceğini elbette takdir buyurursunuz. Bu bakımdan Büyük Doğu’nun ikinci sayısında size arzettiğimiz ve muvafakatınızı lutfettiğiniz stratejiye muvafık düşmediğine ayrıca bu sayının en yakın çevremizi de çok derin bir üzüntüye sevkettiğine şahit oluyoruz.
Bundan böyle dergiden bizi affetmenizi, yazılarımızı yayınlamamanızı istirham ediyoruz. 
Bunları size karşı beyan, bizim için çok güç olmuştur, üzgünüz.
Kendimizi sonuna kadar B.D. davasının mensubu saymak, bundan böyle de boynumuzun borcudur. Bundan emin olmanızı dileriz. 
Saygı ve bağlılıklarımızla     20 Mayıs 1978.

Mektubun altında Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayezıt, M. Akif İnan, Rasim Özdenören, Bahri Zengin ve Reşat Aksoy isimleri var. Sadece Cahit Zarifoğlu isminin altında imza yok. Üstad mektuba kendi el yazısıyla “Hıyanet vesikası” ve “Kötü dostlar” notlarını düşmüş. Belli ki tam bir hayal kırıklığı yaratmış bu mektup onda.

Nitekim, o zaman çıkardığı Rapor’ların 4 Temmuz 1978 tarihli 4. sünde MAVERACILAR VE BİR ÖLÇÜ başlığıyla şunları yazıyor:

“Mâverâ” isimli, üzerinde eğilmeye ve birtakım vaadler hecelemeye değer bir mecmua ve etrafında bir çevre var ki, her biri tam âyar Büyük Doğu’cu bildiğim ve kadromuzda gösterdiğim (otomobil-kendinden hareketli) eser verme çağında, olgun yaşta gençler diye sıfatlandırılabilir bu zümreyi korkunç bir kaçaklık içinde görmekle, ötedenberi biricik gıdamı teşkil eden inkisar ve ıstırapların en zalimine uğramış bulunuyorum.

Bunlar benim M.S.P. milletvekili namzetleri listesine alınmak üzere öne sürdüğüm ve âdi şahıs plânı üstünde fikir ve ideal temsilcileri olarak mutlaka kabullerini istediğim ve atlatıldıklarına şahit olduğum gençler.

Heyhat ki, şahıslariyle değil, fikirleriyle listeye alınmayan bu gençler, yine benimle her noktada mutabık fikirlerine rağmen, M.S.P.’ye karşı aldığım tavır üzerine onların bir gazetesine kapılanmakta, dâvalarını gütmekte ve bana aykırı tavır takınmakta tereddüt etmediler.

Onlar ki, kitaplarında annelerini “Büyük Doğu” diye göstermişler ve bana “siz bize komünist partisine girin deseniz gireriz!” demişlerdi; nasıl oldu da asıllarını inkâr ettiler, annenin hakkını helâl etmeyeceğini düşünmediler; ve üstelik hâdiseyi mahrem plânda tutmayıp bir M.S.P. gazetesinde şerefsiz bir telmih ve îma yoliyle, beni, Müslümanlar arasında fitne çıkarmakla suçladılar.

Öyle mi… Buyursunlar bu işi âleniyete vurmak cüretinin karşılığını!..

Fitnenin ancak gerçek Müslümanlar arasında çıkarılmaması gerek bir emir olduğunu, aksine, sahtelerle düşmanlara karşı taarruzun da farz değerinde olduğunu ve bizim çattıklarımızın Müslümanlar değil, (etiket) ve (rozet) satıcısı simsarlar olduğunu öğrensinler… Ve artık annelerinin yüzünü görmez, hâl ve katırını sormaz ve  yerini yurdunu aramaz olsunlar!..

Bunlardan biri bana telefonda:

–Biz sizin M.S.P.’ye çatmanızdan değil, A.P.’ye ve M.H.P.’ye avans vermenizden yaralıyız!
Deyince büsbütün inkisara düştüm.

Davamızı sancak direğinin tepesine çıkarmak için biri küfür ve öbürü kalpazanlıktan ibaret basamaklar yanında, ne kadar çarık-çürük olsa da tamir kabul edebilir bir sıklet çekebilir A.P. ve M.H.P. merdivenlerine ümit bağlamaktan –ve sözüme dikkat edin!– hiç olmazsa mücadelemizin ancak iktidara gelmesiyle mümkün görmekten başka çare kalmıyor; bu kadar ince ve hesaplı bir politika ve strateji nasıl oluyor da anlaşılmıyor ve “harp hüd’adır!” hadîsinin tam yeri olan bu vaziyet, onlardan olmak sanılıyor? Kaldı ki, onlar telkin ve tesirimizle bizden olurlarsa, biz de onlardan olmayı en aziz vazife bilir ve Adalet Partisi’nde hakikî adaleti, Milliyetçi Hareket Partisi’nde gerçek hareketi görmekle saadete ereriz.

Olanca mesele, bizim, bu iki parti mevzuunda, yekpâre ve asla bölünmez dünya görüşümüzden en küçük bir tâviz vermeyeceğimizdendir.

Bir zamanlar Rus sefaret heyetinden birinin “komünist olsaydınız size Moskova’nın yarısını verirdik; ama zırnık vermeyiz. Zira olmayacağınızı biliyoruz!” dediği bu hakîr adam, kâfirinin de, münafığının da, devrimbazının da, masonunun da gözünde inanç bütününden tek zerre feda etmez bir insan olarak tespit edilmişken, onu ıvazcı diye gören çeyrek Müslümanlara ve hele nazarlarının kuvvetini görmekte yanıldığım ve değerlendirilmeleri yolunda gittiğim Mâverâ iddiacısı mâsivâ giriftarlarına yazıklar olsun!..

KISKANÇ VAGONLAR

Daha önce paylaştığımız yazının yayınlanmasından iki yıl sonran Nisan 1980 tarihli Rapor: 7’de Necip Fazıl, birincisinden daha ağır bir yazı yazarak bugün Yedi Güzel Adam adının arkasına sığınan “4-5 kişiden ibaret” bir zümrenin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya koyuyor. Bu geçen iki yıl içinde çok şey değişmiş, davaya ihanetlerinin nedeni olan partiyi ve onun ileri gelenlerini bu kez, terk ettikleri kişiden daha acı bir şekilde kötülemeye başlamışlar ve böylece meselenin bir dava veya parti meselesi değil, kişisel çıkar ve edinmek istedikleri statü olduğunu ortaya koymuşlardır. Necip Fazıl’ı bırakarak geldikleri bu yeni yerde de sebat etmemişlerdir. Çünkü bu kişilerin ciddi bir inançları ve kararlı bir dava azimleri bulunmamaktadır.

Bizi asıl ilgilendiren husus da, bu kişilerin ihanet ettiği öncülerin sloganlaştırılmış fikirlerini sonuna kadar kullanma yüzsüzlükleridir. Eğer o fikirleri anlasalar ve inansalardı, zaten başka yerlere firar hafifliğinde bulunmazlardı. Kaçışları, bu anlayışsızlığı, daha doğrusu bir davayı taşıyacak hiçbir donanımları olmadığını göstermektedir. Bunu daha sonra geçen yıllar içinde de anlamamışlardır. Burada bir soru çıkıyor ortaya: Bu adamlar niçin daha sonra da kendilerini Büyük Doğucu gösterme sahteliğinden kurtaramamışlardır? Bunun cevabı basittir: Çünkü kendilerine ait hiçbir düşünceleri, iddialarını ayakta tutacak fikirleri yoktur. Geriye dönüp, ihanet ettikleri davanın savunucusu olan N. Fazıl’ın görüşlerini kendilerine mal ederek ve tabii ki asıl değerlerini de küçülterek savunmaktan başka malzeme yoktur elerinde. Çünkü düşünce becerisinden uzaktırlar ve davaya ihanetlerini kapatacak her şeyi göze alacak tıynette kişilerdir. Bir de kaçışlarını açık bir şekilde savunacak güçleri yoktur. Tek atımlık baruttan bile mahrumdurlar. 

İşte bugün, içlerinden birinin o güzel şiirini şiirlikten çıkararak bir propaganda malzemesine dönüştüren ve hele hele bu isimde gösterilen bir televizyon dizisini bu konuda en büyük medetçi haline getiren anlayış, bu zihin kirliliğidir.  

İşte onların içinde bulundukları bu zavallı konumun asıl nedeni üstad Necip Fazıl tarafından, ikinden iki yıl sonra yazılan mektupta şu şekilde açıklanıyor. Yazıdaki, bunların birkaç kişiden ibaret olmayıp, aslında bir tür olduğu imasına ayrıca dikkat edelim:

EVLATLIKTAN RED

Damı çökmüş, duvarları çatlamış, tabanı ise üstüne yeni bir inşa bekleyen MSP harabesinin kıyıcığında, yaşları 40-50 arası, küçük ve günlük politikadan ziyade büyük ve yarınlık siyaset ve fikir adamı olmak iddiasında 4-5 kişiden ibaret bir zümre vardır ki, bunlar, bizzat öz mısraları ve cümleleriyle kendilerini Büyük Doğu mektebinin çömezleri saymışlar ve “anamı sorarsan Büyük Doğu” diyecek kadar ileriye gitmişledir. Hatta âciz şahsıma olan fikir itimatlarını o hadde çıkarmışlardır ki, bana “sen bizden komünist partisine girmemizi istesen kabul ederiz” demeye kadar varmışlardır.

Bunlar son Büyük Doğu’larda kadromuz içinde yer alırken ortaklaşa yazdıkları bir mektupla yazılarının artık yayınlanmamasını isteyerek, benim MSP’den kopuşuma ve aziz davanın zaferine ait zemini başka partilerde aramama isyan etmişlerdir.

Daha evvel MSP güdücülerinin şahıslarını ve Partiye sıçrattıkları nefsanî güdümü benden çok daha acı şekilde kötüleyen bu kişiler, ne olmuştur da, komünist partisine geçecek kadar yol göstericilerine sadakat iddiaları şöyle dursun, tefessühünü gördükleri MSP’den kopmaya bile razı olmamışlardır.

MSP gazetelerinden birinde bu kalemlere bağlanan birkaç kuruşluk maaşın bu hususta âmil olduğunu sanmak alçaklık olur. Onlara, bazı istikbâl vaadlerine kadar menfaat duygusunun bu rütbe şenîinden tenzih ederim.

Öyleyse ne?

Şu: İyiye, doğruya ve güzele karşı tüm hassasiyetlerini kaybedercesine kendilerini kaplayan nefsanî bir hırs halinde ucuz tarafından “ideolog” olmak gayreti, yularını çözme ve istiklâl ilân etme sevdası… Sadece, hasret çektikleri makamda gördükleri aciz ferde (şahsıma) tahammül edemez hale gelmiş olmak ukdesi…

Bu ukde altında ezilen daha nice muharrircik, şaircik, dernekçik, profesörcük tanıyorum.
Bu ukde, bahis mevzuu kahramanlarda o kadar büyümüştür ki, CHP ile MSP arası bir ortaklığı meşru sayacak ve AP ile MHP’yi CHP’den daha ziyade CHP köküne sadık görecek dalalet ve hamakat anlayışına düşmüşlerdir.

CHP ve MSP arası ortaklık muradları da her ân gerçekleşebilir; ama MSP’de öyle bir patlama olur ki, tozu bile kalmaz.

Süt emdiği anayı inkâr ve henüz mânada 1 yaşını doldurmamışken parmaklarından güğümlere süt akıttıkları iddiasındaki bu fikir ve kütüphane kaçaklarını, hemen hakka dönmedikleri takdirde evlatlıktan reddetme durumuna getirilmiş bulunuyorum.

Benim, bir katarda lokomotife tahammül edemedikleri için raydan çıkan kıskanç vagonlara değil, bizzat lokomotif olacak, aldığı tesiri kusmayacak ve onun altında ezilmeyecek şahsiyet çekirdeklerine ihtiyacım var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder